Osmanlılar çok kısa bir zamanda kurdukları devleti genişletmişler ve bütün dünya tarafından tanınmışlardı. Özellikle Rumeli’de Lala Şahin Paşa, Timurtaş Paşa Evrenos Bey gibi ileri gelen rical yeni fetihler yaparken Anadolu’da da ilerleme kaydediliyordu. Böylece Osmanlı Devleti bir yandan genişleme siyaseti güderken bir yandan da düşmanlarına korkular salıyordu. İşte endişeye kapılan düşmanlarından bir tanesi de Sırp kralı Lazar idi.
Osmanlı Devleti’nin gittikçe ilerlemesinden telaşlanan Lazar, öncelikle Osmanlıya karşı komşu devletlerle ilişkiye girmeyi düşündü. İlk önce Macaristan’ı yanına almaya çalışan Lazar, bu isteği gerçekleşmeyince Bosna Kralı ile bir antlaşma imzalayarak Bosna’yı kendi yanına çekti. Ardından Bulgarlara müracaat eden Lazar, buradan da olumlu yanıt aldı. Lazar böylece savaş hazırlıklarına başlamış oluyordu.
Sırp kralının bu hazırlıkları Osmanlı padişahının kulağına gidince Bursa’da harp meclisi toplandı. Bu mecliste Sırbistan’a doğrudan doğruya bir taarruz harekatında bulunulmamasına karar verildi. Çünkü; Sırbistan’ın coğrafi konumu, doğrudan doğruya bu ülkenin üzerine yürümeye elverişli değildi.
Sultan I. Murad, mecliste durum değerlendirmesi yaptıktan sonra veziriazam Çandarlızade Ali Paşaya Rumeli’ye geçmesi ve otuz bin kişilik bir ordu ile Bulgaristan’a taarruz etmesi için emir verdi. Kendisi de ordunun büyük kısmını Filibe’de toplayacaktı.
Merkezde bu çalışmalar yapılırken Ali Paşa, Bulgaristan’a varmış bulunuyordu. Burada Yahşi Bey kumandasındaki müfreze Perevadi’yi, Ali Paşa da Tırnova’yı aldı. Böylece Şumnu bölgesi kendiliğinden düştü. Bu durum da bütün Bulgaristan’ı ve dolayısıyla Sırp kralı Lazar’ı da büyük bir telaşa düşürdü. Osmanlı tarafında ise planın birinci kısmını uygulamanın vermiş olduğu büyük bir rahatlık vardı.
Bunun ardından ordusunu Filibe’de toplayan Hazreti padişah, Anadolu askerini de silah altına aldı. Birkaç gün Filibe’de kalan otuz bin kişilik ordu bu sırada taşmış bulunan Meriç nehrinin elverişli hale gelmesiyle harekete geçti. Bu sırada keşif komutanı olan Evrenos Bey, yakaladığı iki Sırplıyı merkeze gönderdi. Sultan Murad Han, düşmanın moralini bozmak için bunlara bir geçit resmi yaptırdı. Bu iki kişi ise Osmanlı kuvvetinin fazla olduğunu fakat kendi ordularının bu ordunun üç katı olduğunu söylediler. Bunların sözleri Hazreti padişahı son derece müteessir etti. Karşısındaki düşmanın gerçekten kuvvetli olduğunu anladı. Bu durum orduya da sirayet etti. Ancak padişah, fıtraten soğukkanlı ve fazilet sahibi bir kimse olduğundan itidalini bozmadı.
Müttefik ordusunun topladığı harp meclisinde Osmanlıların karanlıktan istifade ederek geri çekilme şansları bulunduğundan ertesi sabah şafakla birlikte saldırıya geçmeye karar verdiler. Yine bu sıralarda I. Murad Han ise; düşmanı tam olarak görme fırsatını yakaladı ve çıktığı tepeden gördüğü düşman askerinin kalabalıklığı ve intizamı karşısında hayret etti. Fakat akşam olmaya başladığı sıralarda kahramanlığı ile tanınan Yıldırım Bayezid’in etkileyici sözleri ve Ali Paşa’nın da bu sözleri tasvip etmesi ile Hazreti Padişah biraz rahatladı. Nitekim Ali Paşa bir gece önce Kuran’dan tefe’ül etmiş, önce;“Ya Resulallah! Küffar ve münafıklara karşı cihad görevini yerine getir!” anlamındaki ayet-i kerime, daha sonra da; “ Genellikle
çok bir kuvvet, az bir kuvvet tarafından mağlup edilir.” Mealindeki ayet-i kerime çıkmıştı. Nitekim bu ayet Bedir Savaşı’ndan sonra nazil olmuştu.
O gece gözüne uyku girmeyen Murat Hüdavendigar, geceyi ibadetle geçirip uyandıktan sonra etrafı inceleyip gece nizamını almış bulunan orduyu toplattı ve Osmanlı Harp usulüne göre merkezde yerini aldı. Bu sırada müttefikler ordusu da sahranın öbür tarafında savaş düzeni almıştı. Kral Lazar, Sırp ve Hersek askerleriyle merkezde yerini almıştı. Ardından iki ordu savaşa hazır hale gelir gelmez, birbirlerine bir ok menzili kadar yanaştılar. Hazreti padişah derhal savaş emrini verdi. O gün Haziran’ın on beşi idi (h. 791 / m. 1389).
Savaş tam beş saat devam etti. Müttefik ordularının askerleri Osmanlı süvarilerinin takibinden kurtulamayarak hezimet içinde firar etmeye başladılar. Sırp kralı Lazar, esir edilmişti.
Hazreti padişah, bu şanlı zaferi kazandıktan sonra yaralıları kontrol etmek için savaş meydanını gezdiği bir sırada, bir Sırp, padişaha bir ricasının olacağını söyledi. Padişah, Miloş Kabiloviç adlı bu Sırplının ricasını kabul etti. Fakat bu hain Sırplı, padişaha yaklaşır yaklaşmaz bir hançer çıkardı ve padişahı yaraladı. Hazreti Hüdavendigar, yarasının etkisiyle Rahmet-i Rahman’a kavuştu ve muzaffer ordusunu matemler içinde bıraktı.
Osmanlı Devleti tarihinde çok müstesna bir yeri olan bu zaferin parlak bir zaferle sonuçlanması, Osmanlı ordusunun düzenli bir ordu olmasından ileri geldiği gibi, başkomutanlık vazifesini üzerine alan I. Murad’ın da bunda büyük payı vardır.
Ahmed Refik ( ALTINAY) tarafından kaleme alınan OSMANLI ZAFERLERİ isimli eserden Tarihçi Talha Gönülalan tarafından yapılmış bir inceleme..