emreaksakal
[emre aksakal]
Kayıtlı Kullanıcı
Kayıt Tarihi: 16.04.2014
İleti Sayısı: 103
Konum: Artvin
Durum: Forumda Değil
E-Posta Gönder
Web Adresi
Özel ileti Gönder
|
Konu Tarihi: 06.05.2014- 21:02
Hânedânın kurucusu olan Selâhaddin Eyyubî, Hazbanî kabilesine mensuptu. Ancak bu aile, uzun yıllar Türkler arasında bulunmuş ve tam manâsıyla Türkleşmişti. Selâhaddin Eyyubî, 1138’de çok sayıda askeri ile birlikte Musul Türk kumandanı Zengî bin Aksungur’un hizmetine girdi. Bu durumun akabinde Selâhaddin’in kardeşi Şirkûh da Zengî’nin oğlu Nureddin’in hizmetine girdi. Şirkûh, bu hizmetteyken, 1169’da Mısır’ın kontrolünü ele geçirdi ise de, çok geçmeden öldü ve onun halefi olarak yerine Selâhaddin geçti.
Böylece, hânedânın gerçek kurucusu olarak ortaya çıkan Selâhaddin Eyyûbî, 1171 yılında, Şiî Fâtımî idaresini tamamıyla ortadan kaldırdı. 1175 yılında ise, İsmâil Zengî ile Böri Gâzi’nin kumanda ettiği orduyu Kurunhama’da bozguna uğrattı ve Eyyûbî Devletinin temellerini attı. 1176 yılında kardeşi Turan Şahla beraber, Yemen’deki Abdün-nebi Fırkasını yıkan Selâhaddin Eyyûbî, Abbasî halifesi tarafından Suriye, Yemen, Filistin ve Kuzey Afrika’nın sultanı ilan edildi. Bu durum, aynı zamanda, halife tarafından, devletinin kabul edilmesi demekti.
Selâhaddin Eyyûbî, ilk iş olarak Mısır’daki Fâtımî idaresinin son izlerini de ortadan kaldırdı. Onların eski toprakları üzerinde, din ve eğitimde kuvvetli bir siyasetin teşvik ve uygulayıcısı oldu. Şiîliğin yerine Sünnî mezhebini yaymaya başladı. Bunda başarılı olan Selâhaddin, Mısır ve Suriye’de Fâtımîlerin yaydığı yanlış itikadın önüne geçerek, Ehl-i sünnet itikadının yayılmasında önder oldu. Selâhaddin Eyyûbî’nin takip ettiği siyasetin diğer bir yönü de, Haçlılara karşı mücadelenin başlatılması idi. Bilindiği gibi bu yüzyılda Haçlılar, iki defa Anadolu’dan Kudüs’e kadar gitmişler ve geçtikleri yerlerde kan ve gözyaşından başka bir şey bırakmamışlardı. Hattâ bu zalimler, kendi dindaşları ve ırkdaşlarının kalplerinde bile, derin bir nefret uyandırmışlardı. Kutsal şehir Kudüs, yıllardır bu zalimlerin elinde bulunmaktaydı. Nitekim, Selâhaddin’in Haçlılara karşı tesirli bir şekilde başlattığı cihad siyaseti, bütün İslâmî gayret ve heyecanı onun etrafında birleştirdi. Türk ve Arap ordularının aynı gaye etrafında toplanmasını sağladı.
Topladığı bu kuvvetlerle, 1187 yılında, Haçlıların karşısına çıkan Selâhaddin Eyyûbî, Hattin’de parlak bir zafer kazandı. Perişan bir vaziyete düşen Haçlıların elindeki bütün kaleler, Kudüs dahil Eyyûbîlerin eline geçti. 89 yıl düşman elinde kalan kutsal şehir Kudüs’ün de ele geçirildiği bu zaferle, bütün Müslümanların gönüllerinde taht kuran Selâhaddin Eyyûbî, büyük bir üne kavuştu. Avrupa, bu hezimet karşısında birbirine girdi ve üçüncü Haçlı seferi için çalışmalara başladılar. Ancak, bu yeni Haçlı ordusu, daha Akka’da iken hezimete uğratıldı ve yine onların aleyhine olarak bir antlaşma imzalandı.
Hemen hemen bütün günleri harp meydanlarında geçen, Ortadoğu’daki Haçlı varlığının belini kıran ve onu asla eski gücüne kavuşamayacağı bir hale getiren, böylece Ortadoğu-İslâm dünyasının kudretini, bütün Avrupa’ya gösteren Mücâhid Sultan, 4 Mart 1193 Çarşamba günü Dımaşk’ta (Şam) vefat etti. Aynı şehirde bulunan kabri, bugün, büyük ziyaretgâhlardandır.
Selâhaddin Eyyûbî, ölmeden önce devletinin çeşitli bölgelerini oğullarına ıktâ olarak dağıtmıştı. Bununla beraber merkezî kontrol, oğullarından El- Âdil’in elindeydi. Bu sultan zamanında, daha önceki aktif politika terk edilerek yumuşak bir siyaset izlenmeye başlandı. Frenklerle barış yapılarak, ilişkiler, normal bir duruma getirildi. 1205 senesinde Samsat, Serve ve Ra’sul-ayn’ın şehirlerine hakim olan Melik el-Efdal, amcası El-Âdil’le ilişkisini keserek Anadolu Selçukluları Sultanı Keyhüsrev’e bağlandı. Bu dönemde Eyyûbîler, 1208’de Ahlat’ı, 1215 senesinde ise Yemen’i hakimiyetleri altına aldılar. Beşinci Haçlı seferi sırasında Dimyat’ın Haçlılar eline geçmesi ile üzüntüsünden hastalanan Sultan El-Âdil, çok geçmeden vefat etti (10 Eylül 1218). Yerine oğlu el-Kâmil geçti.
El-Kâmil, kısa sürede orduyu toparlayarak, Haçlıları geri püskürtmeye muvaffak oldu. Ancak, daha sonra, İmparator İkinci Frederik ile anlaşan El-Kâmil, anlaşılamayan bir tutumla, Kudüs’ü Haçlılara terk etti. Böylece, İkinci Frederik ile başlayan sulh dönemi, Mısır ve Suriye’ye bazı iktisadî faydalar sağlarken, aynı zamanda Akdeniz Hıristiyan devletleri ile ticaretin yeniden canlanmasına yol açtı. Sultan El-Kâmil’in devri, diğer taraftan iç çatışmalara ve çalkantılara sahne oldu. Sultana karşı ülkede ittifaklar kuruldu. Aynı zamanda sultanın kardeşi Muazzam ile Melik Eşref bile, bu ittifakın içinde yer aldı. Hattâ, Melik Eşref, bir ordu ile sultanın karşısına çıktı ise de, aniden vefat ettiğinden kuvvetleri dağıldı.
Eyyûbî Devleti son parlak devrini, Sultan El-Kâmil ile yaşadı. Onun ölümüyle ülke parçalanmaya yüz tuttu. El-Kâmil’in yerine geçen Es-Sâlih zamanında, ülke bir taraftan iç mücadelelere sahne olurken, diğer yandan altıncı Haçlı seferi başgösterdi. Bu karışık vaziyete rağmen, Haçlılara karşı başarılar kazanıldı ve Fransa Kralı St. Louis esir alındı. Sultan Es-Sâlih’in kısa bir süre sonra ölümü üzerine, Mısır Eyyûbî ülkesi, 1250 yılında, Türk Bahri Memlûk birliklerinin eline geçti.
Halep’te ise, 1236 senesinde ölen El-Azîz’in yerine geçen En-Nâsır Yûsuf, Mısır’daki Sultan Sâlih’in ölümü üzerine bütün Suriye’yi ele geçirdi. Onun Suriye üzerindeki iddiaları, Mısır Memlûkları ile mücadelelere sebep oldu. Bu sürekli mücadelelere, ancak Moğolların taarruzu son verdi. Devamlı tâbi halde yaşayan Hama’daki şube ise, varlığını 1342 senesine kadar sürdürdü. Bu tarihte, onlar da Moğollar tarafından ortadan kaldırıldı. Sadece Diyarbekir ve Hısnıkeyfa civarında, mahallî bir beylik, Moğolların ve Timurlular'ın hücumlarından kurtulabildi. Eyyûbîlerin bu kolu da Akkoyunlular tarafından ortadan kaldırıldı.
Eyyûbîler Devleti, Zengîler'in bir devamıydı. Eyyûbî devlet teşkilâtı, diğer İslâm devletlerindeki teşkilâtlardan farklı değildi. Başta bir sultan ve onun hânedânı, sonra, idarî ve askerî yetkiye sahip emîrler, daha sonra bürokratlar ve ilmiye sınıfına mensup olanlar gelirdi.
Devlet işlerini yürüten üç dîvân vardı. Dîvân-ül-İnşâ; bürokrasinin idaresi ve diplomatik işlerin yürütülmesiyle uğraşırdı. Dîvân-ül-Ceyş; ordu ve onun malî işlerinden sorumluydu. Dîvân-ül-Mâl; bugünkü maliye bakanlığının görevini yapardı. Dîvânlar arasında en geniş teşkilâta sahip olan bu dîvândı.
Eyyûbîler Devletinin en önemli hedefi, Ortadoğu’da Haçlılar tarafından işgal edilen İslâm topraklarını kurtarmaktı. Bu sebepten sultan, her zaman, savaşa hazır güçlü bir orduyu beslemek zorundaydı. Ordunun temelini, toprağa bağlı süvariler meydana getiriyordu. Bunların yanında, maaşlarını para olarak alan bir miktar piyade ve süvari vardı. Piyadeler, kale savunma veya kuşatmalarında vazife alıyorlardı. Diğer muharebelerde ise, timarlı süvariler savaşıyordu. Süvarilerin en önemli kısmını, parayla satın alınarak veya devşirilerek yetiştirilen memlûklar teşkil ediyordu. Bunların büyük çoğunluğu Türk'tü.
Eyyûbîler Devletinde sağlık hizmetleri çok gelişmişti. Birçok şehirde hastaneler yapılmıştı. Bu hastaneler arasında Dımaşk’taki Nureddin ve Kahire’deki Selahaddin hastaneleri, mükemmel tıp merkezleriydi. Buralarda erkekler, kadınlar ve sinir hastaları için ayrı kısımlar vardı. Tarihte sinir ve ruh hastalıkları için ilk ilaçlar, bu hastanelerde hazırlanmıştır. Hastanelerin yanında, kimsesiz, bakıma muhtaç çocukların ve fakirlerin korunması için birçok bakım evleri ve misafirhaneler açılmıştır.
Eyyûbîler Devletinde, teknik ve sanat da gelişmişti. Dımaşk ve Kahire’de dökümhaneler ve cam imalathaneleri vardı. Bu şehirlerde ayrıca, su ile çalışan kâğıt değirmenleri de yer alıyordu. Kâğıt; buğday, pirinç sapları ve pamuktan yapılıyordu. Musul kumaşları, Mısır pamukluları ve Dar-ut-Tirâz’da imal edilen yünlü, ipekli ve pamuklu kumaşlar çok meşhurdu. Bakır işlemeciliği gelişmişti. Bugün, Eyyûbîler devrine ait şamdanlar, leğen ve tabaklar çeşitli ülkelerin müzelerinde bulunmaktadır. Silâh imalatı da oldukça ileri seviyede idi. Bilhassa Dımaşk’ın meşhur çelik kılıçları çok ünlüydü.
Eyyûbîler devri, ilmî hayat bakımından İslâm tarihinin en canlı ve hareketli dönemlerinden biriydi. Bozuk itikadlara karşı, Ehl-i sünnet itikadını yaymak gayesiyle, Kahire ve Dımaşk’ta birçok medreseler açıldı. Burada tefsir, hadis, fıkıh ilimleri yanında, fen ilimleri de öğretiliyordu. Ayrıca Kur’ân ilimlerini öğretmek için Dâr-ul-Kurrâlar, hadîs ilimlerini öğretmek için Dâr-ul-Hadîsler ve fen ilimlerini öğretmek için Dâr-ül-Hendeseler açıldı. Medreselerin yanında camiler de önemli ilim merkezleriydi. Camilerde çeşitli ilimlerin okutulduğu halkalar ve köşeler vardı.
Tarihte çok önemli bir rol oynayan Eyyûbîler, Büyük Selçuklu Devleti'nin geleneklerini yeniden kurarken, Şiî Fâtımî Devletine en büyük darbeyi vurmuş ve İslâm'ın yeniden ihyasına canla başla çalışmışlardır. Haçlılara karşı büyük bir devlet ve güç meydana getirmişler, nitekim geçici bir zaman için de olsa Kudüs’ü ele geçirebilmişlerdir. Eyyûbîlerin devlet teşkilâtının izleri, daha sonra Memlûk ve Osmanlı devlet teşkilâtında tesirli olmuştur.
|