admin
[Tarihçi]
Site Kurucusu
Kayıt Tarihi: 15.12.2009
İleti Sayısı: 351
Konum: Sivas
Durum: Forumda Değil
E-Posta Gönder
Web Adresi
Özel ileti Gönder
|
Konu Tarihi: 27.02.2010- 23:23
TÜRKLERİN MÜSLÜMANLIĞI KABUL ETMELERİNİN NEDENLERİ
[gizle]
Türklerin önemli kısmı milli dinleri olan Şamanizm’i bırakmışlardır. Mani, Buda, Nesturi ve Musevilik gibi din ve mezheplere girmişlerdi. Halbuki mani ve buda dinlerinin Türkler’in yaratılışına uymadığı, kısa bir süre sonra anlaşıldı. Çünkü din değiştiren bu Türkler askerlik ve cihangirlik niteliklerini kaybettiler. Halbuki İslamiyet diğer dinlere benzemiyordu. Gerçekçi ve savaşçı bir dindi. Türklerin milli dini Şamanizm’e de bazı noktalarda uyuyordu. Müslümanlıkta da Türklerde olduğu gibi tek tanrı vardı. Türkler savaşçı bir ulustu. İslam dinide başka dinden olanlara karşı gaza ve cihat yapmayı emrediyordu. Bu Türklerin savaşçılığına çok uyuyordu. Çünkü Türklerde kahramanlık ve yiğitlik öldürdüğü insan sayısı ile ölçülüyordu. Türklerde olduğu gibi kazanılan zaferler ve savaşçılar sonunda İslamlarda alınan ganimeti aralarında pay ediyorlardı. Müslümanlarda Türkler gibi ölülerine kurban kesiyorlardı. Bütün bunlar Türkleri Araplara ve dinlerine çok yaklaştırıyordu. Ama bu neticeler uzun gözlemlerden ve deneylerden sonra elde edildi. Türkler iki asırdan fazla bir süre İslamlığı ve Araplar’ ı inceledikten sonra toptan İslamlığı kabul ettiler. Bunda Arap tüccarların ve İslamlığın propagandasını yapan Sunîlerin de çok etkisi oldu.1
840 yılında Kırgızlar’ın, Uygurlar, Karluklar ve Oğuzlar üzerine saldırması, onları yenerek eski anayurtlarından kovmaları Türk tarihinde bir dönüm noktası oldu. Karahanlılar Doğu Türkistan’a, Oğuzlar Sıriderya ve Hazar Denizi arasına yerleştiler. Bu vesileyle Türkler İslamları daha iyi incelemek fırsatını buldular. Türkler, Araplar’ın orta doğu ile yakın doğuyu birleştirdiklerini, medeniyetini ve ticaretini geliştirdiklerini yakından gördüler. Bunlar da Türkler’ in İslamlara yaklaşmasını sağladı.2
Türkler topluca İslamlığı kabul etmeden önce bu Türklerden Tolunoğulları, İhşitler, Abbasi imparatorluğunun ortasında, Mısır, Suriye ve Filistin’de birer devlet kurdular.Batıya IX. yy. da Türklerin göç etmesi onların yaşayışlarında büyük değişikliklere yol açtı. Türkler uzak doğu uygarlığından çıkarak Ortadoğu uygarlığı içine girdiler. IX. yy. da başlayan bu göç uzun yıllar sürdü. Türklerin geldikleri yerlerde büyük yoğunluklar oldu. Bundan dolayı, yeni gelen göçmenler, sürüleri için Maveraünnehir, Horasan ve İran’daki zengin ve verimli toprakları ele geçirebilmek için Müslümanlığı kabulden başka çare bulamadılar. Çünkü bu yerlerin haklı Müslümandı. Müslümanlar kolay kolay başka dinden olan ulusların boyunduruğu altına girmezlerdi. İşte Karakanlılar‘ ın İslam olmasında en büyük rolü Maveraünnnehir ve Horasan’ı ele geçirmek istemeleri oynadı. Dolayısıyla İslamlığı kabul etmeleri zorunlu oldu.3
Türkler’ in toptan Müslüman olmasında Abbasiler’ i büyük etkisi oldu. X. yy. da İslamlık büyük bir kriz geçiriyordu. Çünkü bir çok yerde İslam dininin esaslarına karşı ayaklanmalar ve şiddetli karşı koymalar başlamıştı. Bunları Yobaz İran Şii milliyetçileri, zengin İran maliyecileri ve İran Zerdüştleri destekliyorlardı. Bunlar, Zerdüşt tarafından haber verilen 929 yılında İran’da egemenliğin Araplar’ dan İranlılar’ a geçeceğini sanıyorlar, bunun propagandası yapıyorlardı. Alevi’ler, 920 yılında Horasan’ın bir çok şehirlerini ele geçirmişlerdi. Zerdüştiler gibi, Karametiler’ de (Sahip-üz-zaman) ın ortaya çıkaracağını sanıyorlardı. Karametiler olayı Abbasiler’in yalnız iç işlerine değil dış işlerine de etki yapak eğilimi gösteriyordu, böylece hilafeti ve saltanatı kökünden sarsıyorlardı. Hazarlar ile Uygur Türkleri de Samanoğulları’ nı tehdit ediyorlardı.Horasan’daki alevi ayaklanması gittikçe büyüyordu. Üzerlerine gönderilen Samanoğulları orduları yeniliyordu. Bu durum karşısında halife bu ayaklanmayı bastırması Satuk Buğra Han’dan rica etti. Buğra Han Alevilerden Horasan’ı temizledi. Halife, Buğra Han gibi Oğuz reislerine, Hazar hükümdarlarına da elçiler, hediyeler, mektuplar göndererek onları İslamlığa girmeye çağırdı. Halifenin istekleri Türkler tarafından iyi karşılandı ve X. Yy. da Türkler İslamlığı toptan kabul ettiler.4
Türklerin İslamlığı kabul etmeleri İslamlığın gücünü çok artırdı. İslam ve cihan tarihinde bir dönüm noktası oldu. Çünkü bununla İslam dininin cihan dini olarak yaşaması kesin surette halledilmiş oldu.Türkler arasında İslamiyet’in; Manihaizm, Budizm ve Şamanizm gibi dilere, az çok uyabilen Şii Alevilik ve tasavvuf kanallarından girdiği muhakkaktır. Bazı ülkelerde Türkler İslamiyet' in bir mezhebinden diğerine geçmişlerdi. Mesela Şafii ve Hanefi gibi mezhepler hangisinin kendi menfaatlerine uygun olduğunu araştırmışlar ve buna göre mezhep değiştirmişlerdi. Gazneli Mahmut’la Ulcayto Han Hanefilikten Şafiliğe geçmişlerdir.Türklerin İslamlığı kabul etmeleri uzak doğu uygarlığından ayrılarak orta doğu uygarlığına girmeleri demekti. Böyle cihan çapında cephe ve istikamet değiştirmek Türk ulusunu için hayırlı bir iş olmuştur. Çünkü Avrupa’ya giden Türkler orada bir takım devletler kurdular, fakat bir süre sonra benliklerini kaybettiler, eriyip gittiler. Halbuki orta yolu dediğimiz Horasan ve İran üzerinden İslam dünyasına gelen Türkler hiçbir suretle milli benliklerini kaybetmediler. Tersine çok vatansever bir millet sever olarak Türk ulusunu bu güne değin yaşatmasını bildiler.X. yy. da toptan İslamlığı kabul eden Türkler, İslam kültür çalışmalarına XI. yy. ikinci yarısından itibaren katıldılar. Böylece İslam kültür ve uygarlığı Arap, Türk ve İran ulusları çalışmalarının ortak eseri olarak gelişmeye başladı. Hatta Türkler XV.-XVII. yy. lar arasında bu uygarlığın lideri oldular. Araplar’ ı ve İranlılar’ ı geride bıraktılar. Aynı zamanda Müslümanlığı doğuda Hindistan’a batıda Anadolu’dan Avrupa’ya kadar yaymak şerefi de Türklere aittir.İlk kurulan Müslüman Türk devletleri Tolulunlar, İhşitler, Karahanlılar, Gazneliler, Eyyubiler, Türk Memlükleri ve Büyük Selçuklulardır. Bunları Anadolu Selçukları, Anadolu Beylikleri, Osmanlılar ve Memlükler kovalayacaklardır.5
[/gizle]
TÜRKLER’ İN İSLAMLAŞMASI
[gizle]
Uzun süren mücadele esnasında Araplar ve Türkler birbirlerini tanımağa başlamışlardır. Maveraunnehr ötesine büyük bir Türk Devleti kalmayınca ve Orta Asya’da Arap hakimiyeti kurulunca, Türkler yavaş yavaş İslamlığa ısınmağa başladılar. Zaten mücadele esnasında ile ticari münasebetler mevcuttur. Ancak iki etnik zümre arasında vukua gelen mücadeleden sonra Türkler’in İslamiyeti kabul etmeleri için uzun zaman geçmesi icap etmiştir ve Türkler İslamlığı tanıdıktan sonra kendi rızalarıyla kabul etmeğe başlamışlardır. Görüleceği üzere Emevi ve Abbasi İmparatorluklarının hizmetine gelen veya alınan Türkler’in İslamlığı kabul etmeleri ile İslam’ın Doğu hudut boylarında ki kesif Türk kitlelerini İslamlığı kabul etmeleri birbirinden farkılıdır. Tabiidir ki, ekseriya Müslüman olmadan hizmete alınan Türkler aradan az veya çok bir zaman geçince Müslüman olmuşlardır. Onların Müslüman olmaları şüphesiz hudut boyları ve ötesinde ki aileleri ve ırkdaşları üzerinde tesir etmiştir. Ancak Türkler’in Müslümanlığı kabul etmelerinde bu dinin onların bünyelerine ve inanışlarına uygun gelmesinin büyük rol oynadığını unutmamak lazımdır. 6
Türklerin İslamlaşmağa başlaması Araplar tarafından ilgi ile karşılanmıştır. Mücadele safhasında Türkleri de Bizanslılar gibi İslam’ın düşmanı telakki eden Araplar, İslamlaştıklarını görünce, onların şahsında İslamlığın yeni bir müttefik kazandığı kanaatine vardılar ve bu sayede İslamlığın doğuya doğru genişleyeceğini sandılar. Fakat bu son noktada aldandılar. Çünkü Müslüman Türkler gözlerini doğuya çevirecek yerde, İslam alemine çevirmişler ve rol oynamışlardır. Türkler İslam alemi içinde, görüleceği üzere, muayyen bir fonksiyonu yerine getirmişlerdir. Bu sebeple böyle hareket etmeleri hatalı telakki edilemez. Türkler hakkında Hz. Peygamber’e atfedilen sözlerde vardır. Bunlardan birine göre, O, “Türk adlı bir kavmi olduğu herhangi bir kavme kızdığı zaman, Türkleri onun üzerine saldırtacağını” söyler. Bu hadis ister hakiki, ister uydurma olsun, İslam'da Türklere verilen kıymeti vuzuhla ortaya koymaktadır. Zaten Hz. Muhammed’in Türkleri tanıdığı muhakkaktır.7
[/gizle]
TÜRKLERİN İSLAMLIKTAKİ ROLLERİ
[gizle]
Araplar Horasan ve Maveraünnehr’e girince, Türklerle temasa geldiler. Bu temas başlangıçta savaş şeklinde tezahür etti. Maveraünnehr’de Arap hakimiyeti kurulduktan sonra, gerek buradaki mahalli Türk devletleri, gerekse bu ülkenin ötesinde ki Göktürk İmparatorluğu ve varisleri, yeni dine karşı savaşmışlardır. Zaman zaman Araplar Maveraünnehr’de müşkül durumlara düşmüşlerdir. Araplar burada hakimiyetlerini kurdukları zaman bile, mahalli Türk devletleri soydaşları devletlerden yardım istemekte devam etmişlerdir. Şu halde bunlar kurtuluşlarını kendi soyundan olanlardan beklemişlerdir ki, bu gayet tabiidir. Bu mahalli devletler, ancak Çin’le ve Araplarla mücadele neticesinde anavatanda büyük bir devlet kalmadıktan sonra Çin’de yardım istemişlerdir. Böylece Orta Asya hakimiyeti için mücadele edenlerden Türkler tasfiye edilince, geriye Çinlilerle Araplar kaldı. Arapların kazandığı Talas meydan muharebesi bu mücadelenin neticesini tayin etti (751). Bu savaş Orta Asya’nın ve Türklerin kaderi bakımından Bir dönüm noktasıdır. Orta Asya’dan Çin hakimiyetini tasfiye eden Araplarla Türkler bu andan itibaren birbirlerini daha iyi tanımaya ve anlamaya başlamışlardır. Bu tanıma, esir etmek, satın almak veya Horasan ve Maveraünnehr valilerinin hediye olarak göndermeleri sayesinde gittikçe kuvvetlendi.8
Daha ilk savaşlardan itibaren Türkleri tanıyan Araplar onların cesur, disiplinli, sadık, güzel görünüş ve gösterişli olduklarını görmüşlerdir. Horasan valisi Ubeydullah b. Ziyad’ın 674 de Buhara’da yaptığı savaşta esir ettiği 2000 mahir Türk okçusunun maiyetine alması Türklerden hassa kıt’a sı teşkiline dair ilk misaldir. Bu zamanla adet haline geldi. Nitekim daha halife Mansur (754-75) ve Harun Reşit (786-809) zamanında halifenin ve devlet büyüklerinin hizmetlerine tahsis edilenler arasında Türkler de vardır. Halife Me’mun (813-833), kardeşi Emin’le mücadelesi sırasında Arapların kardeşi tarafını tutmalarından dolayı onlara olan itimadını kaybetmiş ve Türkler’e güvenmişti.9
Böylece bilhassa Abbasiler zamanında itibar ve nüfuz kazanmağa başlayan Türkler devlete büyük hizmetler yapmışlardır. Halife Mutasım zamanında (833-44) ordu hemen hemen münhasıran Türklerden mürekkepti. Bu halife Türkler için Samerra şehrini inşa ettirmiş, devlet merkezini oraya nakletmişti. Bu sırada Türkler, Bâbek isyanını bastırmak suretiyle devleti büyük bir iç tehlikeden, Bizans hücumunu bertaraf etmek ve karşı hücuma geçmek suretiyle de bir dış tehlikeden kurtarmış bulunuyorlardı. Türklerin hizmetleri ve meziyetleri İslam yazarları tarafından da takdir edilmiş ve haklarında kitaplar yazılmıştır. Bunların başında meşhur Cahiz (767-868) gelir.10
[/gizle]
TÜRKLERİN İSLAM’A HİZMETLERİ
[gizle]
X. yüzyılın başlarından itibaren İslam aleminde tam bir parçalanma dikkate çekmektedir. Merkezi hükümeti temsil eden Abbasi halifelerinin hükmü Bağdat’ın dışına pek çıkmıyordu. Ülkenin doğu eyaletleri Samaniler’in idaresinde bulunuyordu. Suriye’de ise Hamdaniler bağımsızlıklarını kazanmışlardı (929). Bunlardan çok daha tehlikelisi 899’da Bahreyn’de ortaya çıkan ve kısa zamanda Hicaz ve Suriye’de söz sahibi olan ve hatta Kabe’den Hacerü’l-Esved’i alarak Ahsa’ya götüren Karmatiler ile 908’de Tunus’ta kurulan , 969’da Kahire’yi zapteden ve daha sonra bütün Kuzey Afrika, Mısır, Suriye ve Batı Arabistan’a hakim olan Şii Fatımi hilafetini zikretmeliyiz. Bunlardan başka 945 yılında Şii Büveyhiler Bağdat’ı işgal ettiler. Böylece Abbasi hilafeti Şiilerin tahakkümü altına girmiş oluyordu. Siyasi birliğin bozulması, iktisadi çöküntüye de zemin hazırlıyordu. Halifenin iktisadi bakımdan zayıflanması ve valilerine avuç açması parçalanmayı daha da hızlandırıyordu. İslam dünyasında bu parçalanma devam ederken Bizans İmparatorluğu toparlanıyor ve İslam ülkelerine karşı saldırılarını sürdürüyor ve toprak kazanıyordu.11
İslam dünyasının siyasi bakımdan böyle zor bir durumda karşılaştığı sıralarda yeni bir güç ortaya çıkıyordu. 1038 yılında istiklalini kazanan ve 1040 yılında Dandanakan savaşını kazanarak İran’da tek siyasi güç haline gelen Selçuklu Devletinin politikası iki yönde gelişiyordu;
Bağdat halifesini Şii Büveyhilerin tahakkümünden ve Suriye ile Mısır’ı Fatımilerden kurtararak bozulan İslam birliğini sağlamak,
Bizans’a karşı yapılan akınlara hız vererek fetih ruhunu yeniden canlandırmak .Selçuklu sultanı Tuğrul Bey bir taraftan yeni bir ruhla Anadolu gazalarına büyük bir canlılık verirken diğer taraftan da Bağdat’ı kurtarmak için harekete geçti. 1055 yılı Aralık ayında büyük bir merasimle Bağdat’a girdi. Böylece Abbasi halifesi Büvey hilerin tasallutundan kurtarılmış oluyordu.12
Hz. Ömer zamanında başlayan Anadolu gazaları asırlarca devam etmesine rağmen, Anadolu’nun fethi bir türlü gerçekleştirilememişti. Bu büyük fetih Selçuklulara nasip olmuştur. Anadolu’nun Müslüman ülkesi haline gelmesini temin eden 26 Ağustos 1071 tarihindeki Malazgirt savaşıdır. Savaşın cereyan ettiği Cuma günü Abbasi halifesi el-Kaim Biemrillah tarafından hazırlatılan ve aynı gün İslam memleketlerinin minberlerinde okunan hutbe, bu savaşın İslam ile minin kaderi üzerindeki tesirini göstermektedir. Hutbede şöyle deniyordu:
«Allahım! İslam sancağını yükselti. Şehinşahu’I-Azam Sultan Alparslan’ın senden dilediği yardımı esirgeme. Senin dinini şerefli ve yüce tutabilmek için onu lütufkar ve her zaman tesirli olan desteğin- den mahrum kılma. Ordusunu meleklerinle destekle, niyet ve azmini hayır ve başarıyla neticelendir. Çünkü o senin rızan için rahatını ter- ketti, malı ve canıyla buyruklarına uymak için Senin yoluna düştü. O’na zafer kısmet eyle. Ey Müslümanlar. O’nun için Allah’a yalvarıp yakarınız; O’nun şerefli olarak düşmanlarını mahvetmesi, sancağını yükseltip zaferlerin en son derecesine erişmesi için Allah’a dua ve niyazda bulununuz. Allahım! Onun bütün güçlüklerini kolaylaştır ve önünde kafirlere boyun eğdir»13. Bu hutbe Sultan Alparslan’ın İs lam’a yaptığı hizmeti açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Anadolu’nun fethi, Filistin’in ve bilhassa Kudüs’ün Selçukluların hakimiyetine geçmesi Avrupa Hıristiyan dünyasında büyük bir heyecanın uyanmasına sebep oldu. Papa II. Urbain’in teşvik ve tahrikleriyle meşhur Haçlı seferleri başladı. Kalabalık ordular halinde Ana- dolu, Suriye ve Filistin’e gelen Haçlılar ile savaşan yegane kuvvet, Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun parçalanması üzerine Anadolu’- da bağımsızlığını kazanan Anadolu Selçukluları ile Suriye ve Filistin’deki diğer Türk emirlikleri idi. 1096 da başlayan ve 1099 yılında Kudüs’ün zaptı ve Müslüman halkının katledilmesiyle sona eren Birinci Haçlı seferinin sonunda Yakın Doğu’da Haçlı devlet ve kontlukları ortaya çıktı. Beş asırdan beri birer Müslüman beldesi olan Filistin ve Suriye’nin bazı kesimleri tekrar Hıristiyanların eline geçmiş olu yordu. Haçlılar durmak bilmiyor ve Avrupa’dan yeni kuvvetler geliyordu. Anadolu’yu kendilerine ikinci bir vatan olarak gören Türkler, bu Haçlı sürülerine karşı başarıyla karşı koyuyor ve bu ülkede onların yerleşmesine engel oluyordu.14
Diğer taraftan Türkler, Suriye ve Filistin’deki Haçlı devletleriyle de amansız bir mücadele içindeydiler. Musul emiri İmadeddin’in l144’de Urfa’yı zaptını Selahaddin Eyyübi tarafından Kudüs’ün fethi takip etti. Artık Haçlılar, Suriye ve Filistin’de de tutunamıyorlardı. Mısır Türk-Memluk hükümdarı Sultan B sahil şehirlerin- deki son Haçlı kalıntılarını da birer birer ortadan kaldırdı. Sultan Baybars İslam a1emine yaptığı ikinci büyük hizmeti de bütün Türkistan, İran ve Irak’ı harabeye çeviren ve batıya doğru ilerlemekte olan Moğol ordusunu 1260 yılında Ayn Calut’ta mağlup ederek dur- durmuş olmasıdır. Ayrı Calut savaşında öncü kuvvetlerin komutanı olan Baybars, bu savaşta gösterdiği başarı üzerine sultanlığı elde etmiştir. Ortaçağ’ın büyük tarihçilerinden Bedreddin el-Ayni: «Moğollar’a karşı İslamiyeti Türkler kurtarmıştır» diyerek15 Ayn Calut zaferinin önemini belirtmektedir. Baybars’ın hükümdar olmasından üç yıl önce Bağdat, Moğollar tarafından işgal edilmiş ve Abbasi halifeliğine son verilmişti. Baybars, Moğol katliamından kurtularak Dımaşk’a kaçmış olan Abbasi halifesi ez-Zahirin oğlu Ahmed’i Kahire’ye davet ederek 9 Haziran 1291 tarihinde el-Mustansır Billah unvanıyla halifeliğini ilan ve ona biat etti. Böylece beş asırdan beri hilafeti ellerinde bulunduran ve manevi bakımdan İslam aleminde hala itibarı olan Abbasi halifesini yeniden kurmuş oluyordu.
Haçlı ordularının Yakın - Doğuyu istilaya kalktıkları yıllarda diğer bir gurup da Sicilya ve İspanya Müslümanlarına karşı taarruza geçmişti. İslam tarih ve medeniyetinde büyük bir yeri olan bu iki bölgedeki Müslümanlar maalesef Haçlı saldırılarına karşı koyamayarak buraların kaybına sebep olmuşlardır. Bu durum Türklerin, Haçlıların karşısında İslam açısından oynadıkları mühim rolü ortaya koymaktadır. Mısır’daki Türk - Memlük sultanlığının Haçlılar ve Moğollar karşısındaki bu başarılarına rağmen Selçuklularla kısmen sağlanmış olan İslam birliği XIII. ve XIV. yüzyıllarda parçalanmaya başlamıştır. Doğudan gelen Moğol istilası yalnız siyasi bakımdan değil medeniyet bakımından da İslam için büyük bir darbe olmuştur. İslam medeniyeti, Moğol felaketinden sonra bir türlü eski parlak devrini yaşa- yamamıştır. Yine Moğol istilası sebebiyle Anadolu Selçuklu devleti parçalanmış ve birçok beylik ortaya çıkmıştır. Sicilya, Normanlar tarafından işgal edilmiş, İspanya’da Müslümanlar gerilemiş ve zaten parçalanmış olan Kuzey Afrika’nın durumunda bir değişiklik olmamıştır.16
İslam birliğinin yeniden sarsıldığı bu ikinci devrede de yine sahnede Türkleri görmekteyiz. Anadolu Selçuklu devletinin parçalanması üzerine Bizans hududunda ortaya çıkan Osmanlı Beyliği süratle gelişmeye başladı. Hıristiyanlara karşı yapılan gazaların tertip ve idare edildiği Osmanlı Beyliği’nin kurucusu Osman Bey’e de «Gazi» unvanının verilmesi bundan ileri gelmektedir. Osman Gazi’nin Bizans’a karşı yaptığı gazalar Anadolu’daki Türkmen gönüllülerinin bu bölgeye gelerek gazalara katılmasınıda Devamlı gaza yapmak, Osmanlı imparatorluğunun kuruluşunun dinamik faktörü dür. Osmanlılar, bu üç gazi ananesinden hareketle XV. yüzyılda bütün İslam dünyasının koruyucuları rolünü benimseyeceklerdir. Anadolu’da kurulan ve sayılan on beşi geçen Türk beylikleri içinde, üstelik bunların en küçüklerinden biri olmasına rağmen, Osmanlı Beyliği’nin bir imparatorluk haline gelmesinde gaza fikrinin tesisleri çok büyüktür. Yine bu beyliğin gelişmesinde, içte sosyal teşkilatlanmayı sağlayan, dışta ise uca gelen gazileri akınlara teşvik eden ve bizzat kendileri de katılan Ahileri de dikkate almak gerekmektedir.17
Osmanlı Beyliği’nin süratle gelişerek Çanakkale boğazı yoluyla Avrupa’ya geçmeleri ve burada başarılı fetihlerde bulunmaları Haçlı zihniyetinin yeniden hortlamasına sebep olmuştur. Balkanlardaki Hıristiyan devletleri Papa’nın da teşvikleriyle Osmanlılara karşı müttefik bir cephe oluşturdular. Osmanlılara karşı harekete geçen ilk Haçlı ordusu 1389’da Kosova’da Sultan I. Murad tarafından hezimete uğratıldı. Onun oğlu Yıldırım Bayezid bir taraftan Anadolu’da Türk birliğini kurmaya çalışırken diğer taraftan yeniden harekete geçen Hıristiyan ordularını 1401 yılında Niğbolu’da mağlup ‘etmeyi başardı. Yıldırım Bayezid’den sonraki Osmanlı padişahları fetihlere büyük bir hızla devam ediyorlardı. Nihayet yedinci Osmanlı padişahı II. Mehmed, kendisinden önce defalarca teşebbüs edildiği halde bir türlü fethedilemeyen fakat Hz. Muhammed (s.a.v.)’in bir hadisi ile fethe dileceği müjdelenen İstanbul’un fethini gerçekleştirmiş (29 Mayıs 1453) ve dokuz asırdan beri İslam aleminin en büyük düşmanı olan Bizans İmparatorluğuna son vermiştir. Bu önemli tarihi hadise aynı zamanda Ortaçağ’ın sonu ve Yeniçağ’ın başlangıcı olmuştur. Fatih Sultan Mehmed 1481 yılında da İtalya’ya karşı harekete geçerek İstanbul Patrikliği’nden sonra Roma Papalığı’nı da hakimiyeti altına almak istemiş, ancak buna ömrü yetmemiştir. İstanbul’un fethinden sonra Osmanlılar İslam dünyasının en sağlam ve kuvvetli devleti halin geldiler ve Hıristiyanlar karşısında İslamiyet’in en büyük savunucusu oldular.18
II. Bayezid devrinde Osmanlılar açık denizlerde Venedik’e karşı koyabilecek bir deniz gücü oluşturarak Batı Akdeniz’de kudretini hissettirmeye başladılar. Onun oğlu Yavuz Sultan Selim önce Anadolu’daki Şii Safevi İran’ı ezdikten sonra Suriye ve Mısır’ı zaptederek devletin hudutlarını oldukça genişletti. Mısır’ın zaptı ile halifelik tarihinde yeni bir devir başlıyordu. Son Abbasi halifesi el-Mütevekkil Alallah, halifeliği ve halifelik emanetlerini Sultan Selim’e devretti. Böylece Emevi ve Abbasi hanedanlarından sonra Osmanlı hanedanı halifelik makamına geçmiş oluyordu. Mısır’ın fethinden hemen sonra Osmanlı donanması Kızıl Deniz’de, Hindistan Müslümanların tehdit etmeye başlayan Portekiz ile mücadeleye başladı.19
Kanuni Sultan Süleyman’ın tahta geçişinde Mekke Şerifi’nin gönderdiği mektupta «Sizler Efrenc’den (Avrupalılar’dan) ve emsalinden memleketler fethetmekle bize ve İslam sultanlarına üstün bulunuyorsunuz» demekle Osmanlı üstünlüğünü kabul ediyordu. Osmanlı padişahları halifeliğe sahip olmakla, kendilerini İslam dünyasının Hıristiyan dünyasına karşı koruyucusu, İslam Şeriat’ın, Mekke ve Medine’nin, hac yollarının hizmetkarı olarak görüyorlardı. Onlar bu kuvvetin kendilerine Allah tarafından verildiğini düşünüyorlardı. Osmanlı devletinin en parlak devri olarak bilinen ve Avrupalılar’ın «Muhteşem Süleyman» dedikleri Kanuni Sultan Süleyman devrinde (1520-1566) Osmanlı orduları karada ve denizde Hıristiyan Avrupa karşısında büyük başarılar kazanmıştır. Karada bütün Macaristan fethedilip Viyana kapılarına varıyordu. Denizde ise Ege adalarının zaptından ve müttefik Hıristiyan donanması l537’de Preveze’de hezimete uğratıldıktan sonra Akdeniz de bir Türk gölü haline getiriliyordu. Akdeniz’deki Türk hakimiyeti İspanya ve Portekiz’in devamlı tehdidi altında olan Kuzey Afrika Müslümanlarına yeni bir güç getirmişti. Akdeniz’in Osmanlı kontrolüne geçmesinden sonra Ümit Bunu’nu dolaşarak Hindistan’a ulaşan Avrupalılar karşısında Hint Müslümanlarını koruma görevini de Osmanlılar üstlenmişti. Kanuni Süleyman,Hindistan’daki Portekiz tehlikesini bertaraf edebilmek için dört sefer tertip etmiş ve Kızıldeniz’i emniyete almak maksadıyla Yemen ile Güney Arabistan’ı Osmanlı hakimiyetine almış ve Yemen eyaletini kurmuştur.Afrika’da daha güneyde ele geçirilen topraklarda Habeş eyaleti tesis edilmiştir. İslam hükümdar ve halifeleri arasında 12 büyük sefere katılmış ve son nefesini bir sefer esnasında vermiş. Kanuni’den sonra fetihler azda olsa yine yine devam etmiştir. Bu devrede Osmanlı sadrazamı Sokullu Mehmed Paşa’nın Don ve Volga nehirleri arasında bir kanal açtırarak Orat Asya Türk ve Müslümanlarına yardımcı olabilme teşebbüsü de oldukça önemlidir .Yine aynı şahsın Süveyş kanalı teşebbüssüde Hint Müslümanlarına yardım emeline hizmet edecekti.20
Bin yıla varan Türk-İslam tarihinde Türklerin İslamiyet’e çeşitli sahalarda yaptığı hizmetlerin tümüne burada belirtmenin imkansızlığı kabul edilmelidir. Bugün dünyada bir milyara yaklaşan Müslüman topluluğun bulunmasında Türklerin hissesi büyük olmuştur denilebilir.21
SONUÇ
Türklerin Müslüman olmaları dünya tarihinin en önemli olaylarından biridir. Türklerin faaliyetleri sayesinde IX. Yüzyılın sonuna kadar İslam dünyasındaki parçalanma önlendi. İslamiyet yayılmak için zaman kazandı. Böylece Türkler, İslam tarihinin bu kritik döneminde hayati bir rol oynadılar.
Türklerin, İslamiyet’i kabul ettikleri X. Yüzyılda İslam gelişmesi, Batı Avrupa ve Doğu Anadolu’da durmuştu. Endülüs (İspanya) üzerinden Franklar, Anadolu’dan Bizans İmparatorluğu, İslam Devleti’ne karşı taarruza geçmişlerdi. İslam Dünyası, yeni bir güç bulmazsa çok büyük bir tehlike karşısındaydı. İşte bu devrede, Türklerin İslamiyet’e girişi önemli sonuçlar doğurdu. Doğudaki Hıristiyan Bizans gelişmesi. Müslüman Türkler tarafından durduruldu ve karşı taarruz başlatıldı. İslamiyet’in ilk temsilcisi Araplar, İslamiyet temsilciliğini 200 yıl devam devam ettirebildiler. Geri kalan 1200 yıl temsilcilik Türklerde kaldı. Bu dikkate değer bir olaydır. Bu gün dünyadaki Müslümanların yarısından çoğunu oluşturan İran ötesi Asya Müslümanlarının İslam’ı kabulleri, Türkler sayesinde gerçekleşmiştir. Buna, Anadolu, Avrupa ve Afrika’nın orta kısımlarını da katarsak, rakam Dünya Müslümanlarının dörtte üçüne ulaşmaktadır. İslam dinini kabul eden Türklerin hiçbiri, diğer dinleri kabul edenler gibi benliklerini kaybetmemişlerdir. İslamiyet, Türk kültürü üzerinde koruyucu bir örtü olmuştur. Türkler, Selçuklulardan itibaren İslam aleminin siyasi kaderini ellerine geçirdiler ve Osmanlı Devleti yıkılıncaya kadar da ellerinde tuttular. Abbasi halifeliğinin daha iki asır süre ile ayakta kalmasını sağladılar. Dağınık bir durumda bulunan ve belki de Bizans’ın veya Haçlıların saldırıları sonunda dağılıp gitmesi muhtemel olan İslam Alemini dağılmaktan kurtardılar. O’nun dış saldırılara karşı yüzyıllarca korudular. Kendi milli değerlerinin İslami değerlerle birleştirerek Türk – İslam medeniyeti dediğimiz tarihi gelişmeyi meydana getirdiler. Bunu kültürün ve sanatın bütün alanlarında geliştirdiler. Bilim adamı, edip, şair, tabip, tarihçi, yazar, devlet adamı, kumandan ve sanatkarlar olarak, İslam medeniyetinin gelişmesinde büyük pay sahibi oldular.
Sonuç olarak Türlerin İslamiyet’e girişinin dünya tarihi açısından önemini özetleyecek olursak; İslamiyet’i daha geniş bir alana yaydılar, İslam dünyasının koruyuculuğunu samimi bir şekilde üstlendiler, İslamiyet’in yayıldığı sahalarda yeni devletler kurdular. İslam medeniyetinin gelişip yaygınlaşmasında etkili oldular, Hıristiyan’ların baskısından kurtararak İslam dünyasının birliğini sağladılar Haçlı seferlerine her dönemde karşı koyarak Müslümanları korumuşlardır. İslam dünyasındaki ayrılıkları etkili bir şekilde ortadan kaldırarak Hilafet ve Halifeyi korudular, (Şii’lerin faaliyetlerine her dönemde engel olmuşlardır). Pakistan, Afganistan, Bangladeş ve Hindistan’ın bir kısmıyla bazı Avrupa topluluklarının (Arnavut ve Boşnaklar) İslamiyet’i tanımalarını sağlamışlardır. Yaşadıkları coğrafya’da (Orta – Doğu, Orta – Asya, Afrika, Avrupa) bin yıllık tarihi akışını değiştirmişlerdir. Büyük fikir, sanat ve ilim adamları (Farabi, İbni Sina, Mimar Sinan, Ali Kuşcu, Akşemseddin) yetiştirerek ölümsüz eserler meydana getirip uygarlığın ilerlemesine katkıda bulunmuşlardır.
Kaynak Tarihçi Talha GÖNÜLALAN
[/gizle]
Konuyla ilgili bu çalışmanın tek başına yeterli kaynak olmayacağını ve başka kaynaklardan da yararlanmanız gerektiğini hatırlatmak isteriz.
|