Tarihimizde Garip Vakalar - Reşad Ekrem Koçu
Kitap Hakkında:"Tarihimizde Garip Vakalar" Reşad Ekrem Koçu’nun, İstanbul’un gündelik hayatına büyüteçle baktığı çok sayıda yazısını topladığı kitaplarından birisidir. Yazar, dalkavukluktan yeniçerilerin adının karıştığı olaylara, İstanbul meyhanelerinden Çingene düğününe, eski İstanbul’da kadının toplumsal konumundan, yalıya çıkma nizamı veya ata binme yasağı türünden resmi ve sivil yaşama dair çok sayıda ayrıntının öyküsünü anlatır.
İşte kitaptan bazı alıntılar ;
"Eğrikapı çöplüğünde bulunan taş işlenince meydana 48 kıratlık nadide bir elmas çıkar... Kaşıkçı Elması'nın Eğrikapı çöplüğüne nasıl düştüğü tarihin bir sırrı olarak kalmıştır."
"Tanzimat'tan evvelki devirde, İstanbul'da padişahtan başka ancak üç kişi, eğer ata tercih ederlerse arabaya binmek hakkına sahiptiler. Bu üç kişi de ilmiye sınıfının en yüksek simaları olan şeyhülislam, Rumeli kazaskeri ve Anadolu kazaskeri efendilerdi."
"Tanzimat'a kadar memleketimizde tatbik edilmiş eski yasaklardan garip, garip olduğu kadar da hazin ve tuhaflarından biri de, çarşı hamamlarına giden gayrimüslimlerin nalın giymekten men edilmiş olmalıdır."
"Sümbül çiçeğinin mor renklisinin katmerlisi, ilk defa olarak XVII. asırda büyük Türk alimi Katip Çelebi tarafından elde edilmiştir."
“Bir mahkûm cellada verildi mi, esvabıyla beraber üzerinden çıkan her şey cellatların olurdu; bu eşyalar toplanır ve senede bir veya iki defa büyük bir mezatla satılır. Tutar bedelleri cellatlar arasında taksim edilirdi. Buna “cellat mezadı” denirdi. (..) Eyüp‘te Karyağdı bayırının arkalarında, münferit ve halen metruk bir mezarlık vardır ki taşlarının hemen hepsi yazısızdır, dört köşeli, uzun küfeki taşlarıdır; buraya “Cellat Mezarlığı” denir. Bahtsız bir hırsızı, bir caniyi ölümünden sonra mezarlığına kabul eden cemiyetimiz resmî bir vazife de olsa, bir aylık, para ve menfaat karşılığı can uçuran celladın ölüsünü umumî mezarlıklara kabul etmemekle, cellatlara ayrı bir mezarlık yapmakla muhakkak ki asaletini göstermiştir.” Syf. 36-38
“..devrin ulemasından ve mutaassıp sofulardan Kadızade Mehmed Efendi de müthiş bir tütün düşmanıydı ve padişahın (IV. Murad) da bu zata karşı hürmeti vardı. Kadızade Efendi Sultan Murad’ı tütün içenlere karşı amansız davranmaya teşvik edenlerden biriydi. İlk zamanlarda, halk, tütün yasağına pek kulak asmamıştı. “İnsan men edildiği şeye karşı haristir” derler, tütün, gizli içilmeye başlandı, hatta,
‘Zararsız bir duhan hakkında neyler bunca dikkatler
Duhanı ahi mazlumanı men eylen, hüner oldur.’
diye tütün yasağını tariz edenler oldu; fakat bir duman keyfi uğruna kelle verenlerin sayısı kabardıkça , başta İstanbul gelmek üzere bütün imparatorluk halkını ciddi bir endişe aldı. Öyle ki, hemen her sabah, sokaklarda, kırk elli ceset görülüyordu; cellatlar, tütün içerken tutulanların başlarını vurup kellelerini koltuklarının altına bırakıyor, padişahın emri mucibince ne için öldürüldüklerini anlatmak için, çubuğunu da kesik başın ağzına veriyorlardı.” Syf. 51
“Tarihimizde kayıtlı en müthiş oburlardan biri, münevver ve inkılapçı III. Selim’in düşmanlarından ‘Aygır İmam‘ lakabıyla meşhur Derviş Efendi isminde bir softadır. Bu adam, bir sefer, iki okka pastırmanın üzerine kırk yumurta kırdırarak bir lenger pastırmalı yumurta yemiş, fakat koca lengeri sıyırdıktan sonra dili şişmiş ve dili ağzına sığmayarak ölmüştü.” Syf. 110
“Sümbül çiçeğinin mor renklisinin katmerlisi, ilk defa olarak XVII. asırda büyük Türk âlimi Kâtip Çelebi tarafından elde edilmişti.” Syf. 111
“Yedi asır boyunca, bütün Osmanlı sadrazamlarının içinde uzun boy rekorunu Sokullu Mehmed Paşa kırmıştır; iki metreyi aşan bu büyük vezirin tarihimizdeki lakabı ‘Tavil (Uzun) Mehmed Paşa’dır.” Syf. 112
“”Genç Osman‘ın ‘Sisli Kır‘ isminde sevgili bir atı vardı. Bu at öldüğü zaman padişah onu Üsküdar Sarayı‘nın bahçesine gömdürttü ve mezarının üstüne tıpkı insanlarda olduğu gibi manzum kitabesi bulunan bir kabir taşı diktirtmişti… Bu taş bugün müzededir.” Syf. 117
“Kanuni Sultan Süleyman sağ kulağında daima bir küpe taşımıştır, bu küpe, kulak memesine altın bir halkacıkla takılmış bir fındık büyüklüğünde ve armut şeklinde kıymetli bir inciydi.” Syf. 119