III.Ahmet’in Damat İbrahim Paşayı 1718 yılında sadrazamlığa getirmesiyle başlamış olan Lale Devri ismini bilindiği gibi dönemim simgesi olan “lale”den almıştır. Bununla birlikte bu dönemde lale hiçbir şeyle kıyaslanmayacak düzeyde değer kazanmış ve özellikle padişah III.Ahmet ve Damat İbrahim Paşa tarafından sarayda çok tutularak dönemin çiçeği olmuştur. Sarayda ve yüksek kademeli görevliler arasında bu derece tutulan lale, halk arasında da büyük itibar görmüştür. Hatta isteklerini veya işlerini yaptırmak isteyen insanlar için bir rüşvet kaynağı olmuştur.
Osmanlı Devleti’nde yaşanan bu Lale Devri’ne kadar ne bu ülkede nede başka bir memlekette yaşanmayan bir şekilde bu döneme adını veren lale çiçeği bu kadar büyük rağbet görmemiştir. Nitekim Lale Devri’nin başlamasıyla birlikte özellikle İstanbul da yaşayan geniş halk yığınları arasında da devletin üst düzey yöneticilerine nazire yaparcasına şenlikler ve eğlenceler yapılmaya başlanmıştır.
Bu şenliklerde özellikle lale çiçeğinin çok kullanılması dikkat çekmektedir. Özellikle haftanın tatil olan günlerinde toplanan insanlar değişik şekillerde eğlenme fırsatı bulmuşlardır. Bu eğlenme şekillerinden birisi şöyleydi , önce insanlar geniş lale tarlalarına kristal fanuslar, aynalar yerleştirirler yer yer de bu fanusların içine en değerli laleleri koyarlardı. Gece karanlığının çökmesiyle birlikte lalelerin de renkleri değişmekteydi. Bunun yanı sıra bir de müzik faslı gerçekleşmekteydi. Ayrıca eğlenceye gelmiş olan konuklara inciler, altın ve gümüş hediyeler verilmekteydi. Bu eğlenceler ile lale , önceleri gündüz çiçeği iken artık bir gece çiçeği de olmuştu.
Bunlara ek olarak İstanbul da başlayan lale merakının hem gün geçtikçe arttığını hem de diğer memleketlere yayıldığını söyleyebiliriz. Bu devirde Avrupa’nın her köşesinde İstanbul a muhtelif cinste ve muhtelif renkte laleler getirilmekteydi. Bu şekilde İstanbul a gelen laleler yüksek fiyatlara alıcı bulmaktaydı. Yine lalelerin bu derece değer bulması da halk arasında da müsabaka hissi hasıl etmekteydi. Herkes lale yetiştirmeye ve yetiştirdiği lalelere de şairane isimler bulmaya başlamıştı. Bununla birlikte lale ticareti , İstanbul da bir sanat haline gelmişti.
Birkaç yıl içinde doğan bu renkli ortamın büyüleyiciliğinde İstanbul da yeni bir yaşam başladı. Lale eğlenceleri ve lale seyranına çıkma geleneği, Boğaziçi’den Kağıthane’ye , sur dışındaki Vezir bahçesinden Eyüp sırtlarına, hatta bentlere kadar çok geniş bir alanda yapılıyordu. Bununla birlikte kır tutkusu da çok ciddi yayılma alanı bulmuştu. Herkeste dışa açılma,seyrana çıkma hevesi doğmuştu. Fakat Çırağan eğlenceleri ve helva sohbetleri padişahın ve sadrazamın başını çektiği çok seçkin ve yüksek bir zümreye mahsuptu. Nitekim maddi imkanı çok fazla olan yönetici sınıftan yüksek devlet memurları eğlenceler tertip etmek için birbirleriyle kıyasıya rekabete giriyorlardı.
Sadabad eğlenceleri , özellikle buraya düzenlenmeye başlayan beylik gezmeleri İstanbul halkının dışarı çıkmasına ve tatil günlerinde insanların Kağıthane’ye gitmek için heveslenmesine neden oldu. Erguvan ağaçlarının kokulu gölgeleri altında “meclis-i uşşak”lar kurulması , “sur-ı baharlar”düzenlemesi , saz fasılları , gün boyu süren eğlenceler alışkanlık oldu. Sadabad sarayını görmek için seyrana çıkanlar , karadan,yaldızlı, kafesli arabalara, haliç suyolundan ise çiçek sepetleriyle süslü kayıklara binmekteydiler. Bununla birlikte haliç suları da “gavvaslık”da (yüzme yarışları)bu devrin bir geleneği olarak doğdu. Seyrana gelenler ise çoğu zaman,sınıf ayrılmalarına göre,kürkçüler,kuyumcular v.b gruplar oluşturarak oturmaktaydılar.
Özellikle İstanbul aristokrasisinin eğlenceleri Sadabad eğlence ve ziyafetleri resmi bir mahiyet de kazanmıştı. Devlet erkanı bu ziyafetlerin üyeleri sayılacak davet edilmeden gelirler ve protokole göre padişahı Mirahur Köşkünde beklerler ve büyük merasimle karşılarlardı. Sultan 3. Ahmet buraya büyük bir alay ile gelirdi. Bununla birlikte bu alaylar ve ziyafetler yalnız Sadabad’la da sınırlı değildi. Bendler de , çifte havuzlar da , değişik yalı ve kasırlarda da büyük merasimler verilmekteydi.
Bu eğlenceler en çok İstanbul’un güzel semti Kağıthane de yapılırken zaman olarak bahar ayları seçilmekteydi. Nitekim baharla beraber , bütün İstanbul tepeden tırnağa lale bahçesine dönmekteydi. Bahçelerde laleler , İstanbul’u mükemmel bir şekle sokuyordu. Herkes lale üretirken, bu devletin üst kademelerinde de yaşanmaktaydı. İflah olmaz bir lale tutkunu olan Damat İbrahim Paşa da bu tutkusunu “Asafi”adını verdiği yeni bir lale türünü elde ederek perçinlemişti
.
Görüldüğü gibi bir barış dönemi olarak görünen lale devrinde özellikle devletin en üst kademelerinden başlamak suretiyle halk tabakasına inen lale eğlenceleri genellikle İstanbul sınırları içerisinde kalmıştır. Bunun nedenlerinden bir tanesi de geniş halk kitlelerinin maddi konularda çektiği sıkıntılardır. Nitekim büyük maddi imkanlara sahip olmayan ve geçim derdiyle meşgul olan insanlar, devletin üst kademelerinde ve aristokrasi kısmında görülen zevk ve eğlence hayatına yavaş yavaş tepki vermeye başlamışlardı.
1 Sakaoğlu, “Lale”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c. 5, s. 179.
2 Altınay, a.g.e., s. 40.
3 N. Sakaoğlu, “Lale Devri”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c. 5, s. 183.
4 Sakaoğlu, “Lale Devri”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c. 5, s. 184.
5 Samiha Ayverdi, Türk Tarihinde Osmanlı Asırları, İstanbul 1978, s. 191,
6 Ayvazoğlu, a.g.m., s. 13.
Tarihçi Talha GÖNÜLALAN'ın çalışmasından alıntıdır.